MERASİM

Sabah erkenden yola çıkmışlar, gün öğleyi devirirken gelmişlerdi ağlayacakları cenazeye Nebi ile Kör Necip.  Yirmi iki yıldır bu mesleği yapıyorlar, evdeki tencereyi bu sayede kaynatıyorlardı. Annesini kaybetmiş yavru kedi gibi inleyerek ağlayan Nebi, bu işlerde kör Necipten daha ustaydı. Kör Necip ise daha amatör kalıyor, çoğu zaman prova yaptıkları sözleri unutup cenazelerde doğaçlama ağlıyordu. Araba cami önüne yaklaşınca onları elini beline atmış bekleyen merhumun oğluydu. Nebi kapıyı açar açmaz merhumun oğlu Şadi, anında Nebi’nin yanında bitti.

-Abi nerede kaldınız? Cenaze dağılacak siz anca geliyorsunuz!

-Sorma kardeşim sorma. Araba su kaynattı, soğumasını beklerken baktık hazır sıcak su var traş da olduk.

-Hadi abi hadi. Gelin de dağlayın şu milletin ciğerini.

Nebi usulca cami çevresine göz gezdirdi. Gerçekten de kimsede ses yok, sanki kimse şu an musallada yatan merhumu sevmez gibi davranıyordu. Nebi bir iki adım atıp kör Necip’in kolunu sıkıca yakalayıp kendini birden bıraktı. Merhumun oğluna kaş göz edip başla diyerek gözlerini kapattı. Merhumun oğlu sanki yıllardır dönen çarkın içindeymişçesine role bürünüp mikrofonu eline aldı.

-Abiii. Abiii kalk Allah aşkına abii. Abii ölüm hak, ilahi emir. Abi kime diyom. Açılın gardaşım az açılın hava alsın. Abii!

Şadi, Nebinin gömlek düğmesini açarken Nebi güneşi kapatan gölgelerin çokluğundan başının kalabalıklaştığını anladı. Derince nefes alıp göğsünü nefesle doldurarak bağırmaya başladı:

-Yedi vilayet kırk iki nahiyede namın vardı baba. Bizi bıraktın nereye gidiyon baba. Baba torunun sünnetinde döner taktıracam, şanım yürüsün diyodun da şimdi döneri kim taktıracak baba. Offf! Offf!

Köylü bu yabancıyı bir yandan merak ediyor , diğer taraftan da kendi kendine senaryo yazıyordu. Neler denmedi ki o bir dakika içinde… Kimi merhumun bir akşam kaçamağından olan çocuğu dedi, kimi ise cezaevinde beraber yatmışlar, çıktıktan sonra merhum bu ağlayan adama sahip çıkmış ağlayan da öleni babası gibi severmiş. Daha neler var neler. Köylü yüzüne su dökülüp ayıltılan, ağzından köpükler çıkan bu yabancıyı tam kabullendi ki bu kez Kör Necip çıktı sahneye. Hem de görülmemiş bir ustalık eseriyle:

-Kırk dönüm ekini ekerdin, omzuna ceketi çekerdin, işini gücünü görürdün de, eve gidip bir de bize mintan dikerdin. Off! Amca. Amca, Amca!

Hadi buyur dedi köylü Necip’i de görünce, nasıl da güzel ağlıyor bu adam usulünce. Hemen birerli ikişerli toplandılar Necip’e de bir kulp taktılar. Kimi kayıp kardeşinin oğlu dedi, kimi yerde yatan Nebi’nin kardeşi belledi. Suratlar asıldı, yüzler düştü şimdi herkes kendilerini yerlerden yerlere vurarak ağlayan bu ikiliye bakmaktaydı. Merhumun oğlu Nebinin kendini yerlerden yerlere vurmasına daha fazla dayanamadı, kulağına eğilip fısıldadı.

-Abi sakatlık çıkarıp cenazeyi rezil edecen. Kulun kurbanın oluyum az yavaş atla.

-Sesini çıkarma, ben dünün bugünün değil 22 senenin ağıtçısıyım. Son taklayı atıp yere yatacam sakın kaldırmayın. Az soluklanıyım.

Nebi dediğini de yaptı. Son taklayı ürkek bir güvercin edasıyla atıp kendini yere bıraktı. Necip mola anlamına gelen bu hareketi bildiğinden ne yapması gerektiğini hemen anladı. Öksürük krizine girip şiddetle öksürürken takma gözünü gözünden düşürüp cenaze başına doğru yuvarladı.

Gözün kendilerine geldiğini gören bir kaç köylü ya kaçtı ya da korkudan orada bayıldı. Necip her cenazeye gittiklerinde bu hareketi yapıyor mola süresinde uzunca dinlenmek için bir kaç köylüyü korkutup ya kaçırıyor, ya da düşüp bayılmalarını sağlıyordu. Düşüp bayılanları, korkup kaçanları görünce o da yavaşça kendini yere bıraktı.