UMUT 5

Akşamüzeri dükkânları kapatan Mestan ve Haydar kol kola girip eve doğru yürümeye başladılar. Haydar’ın evi, dükkânına yirmi, yirmi beş dakika mesafedeydi. Haydar ve Mestan sohbet ederek evin yakınlarındaki Haydar’ın kasabına girdiklerinde saat henüz yedi olmuştu. Boncuklu perdenin arasından girip kasabı selamladıktan sonra Mestan ve Haydar tezgâhın başında etlere bakmaya başladılar. Kasap ise elindeki bıçağa masat atıyordu.

-Ne vereyim Haydar abi.

-Pirzola taze mi Muhlis?

-Pirzola yaramaz sana Haydar abi, ızgaralıksa buttan soyayım.

-İyi bakalım buttan altı kilo ızgaralık kuzu soy, dört paket de köfte ver.

Mestan siparişin fazlalığına şaşırarak Haydar’ın koluna girerek bir iki adım geri çekti

-Gardaşım dayıoğlu geliyor derken dayıoğlunun sülalesi mi gelecek. Kim yiyecek bu kadar eti?

-Yenir yenir. Yenilen içilen yerin bereketi olur sen yemene bak baba sultan. 

-Mahalleyi toplayıp oğlanın sünneti mi aradan çıkaracaksın mübarek. Vallahi çok, yarısını al!

-Kalan gâvur Hans’ın evine kalmıyor ya Mestan. Kalanı buzluğa atar yengen, hem kokuyu alan komşulardan gelen olursa et bitti deyip mahcup olmayalım. Türkiye’de olsa tavuk kanatla misafir ağırlardık, burada ucuz ya ekmeksiz yiyip için anasını satayım!

İçerden bir kahkaha attı Haydar. Gerçekten de kasaba ödediği paraya belki Türkiye’de iki kilo et alamazdı ama burada poşetler ağzına kadar dolmuştu. Kasaba parayı verip sonra manava uğradılar. Manava girerken Mestan şaşırdı oysa Haydar’ın dükkânında poşete doldurduklarının eksiği yok fazlası vardı.

-Senin dükkândan niye almadık buradan alıyoruz sebzeyi kardeşim?

-Kendi dükkânımızdan poşetleri doldurup, ellerimiz dolu buradan geçersek kasap Sezgin’e ayıp olur baba sultan. Bu para onun rızkı onun boğazına girecek.

-Ulan ne gani gönüllü adamsın be Haydar!

Haydar gülümseyerek karşılık verdi. Sonra filesini seçtiği sebzelerle doldurmaya başladı. Haydar genel olarak hep böyle yapardı. Kazandığından geçimini sağlayacak kadarını ayırır, gerisini dağıtırdı. Memlekette beş kızı okuttuğundan ise bir kızların ailesinin bir de kendisinin haberi vardı. Bunu övünç meselesi yapmaz, keşke imkânları olsa da ailelerin kendileri çocuklarını okutabilse düşüncesiyle para gönderirken utanırdı.

 İnsan böyle yetiştiriliyor, böyle feleğin çemberinden geçiyor. Emeği çalanların, hak hukuk gözetmeden hazıra konanların, üstüne üstlük bu meziyetsizliklerine rağmen beyim diye dolananların arasına koysan Haydar’ı, bizim Haydar bunca namussuzların arasında yıldız gibi parlardı.

Hiçbir zaman yüksünmeyen, düştüm diyene, yettim diye el uzatan Tunceli’nin yiğit kişisinin iyilikleri hani Almanya’dan Türkiye’ye köprü olur derler ya saymaya kalksak Haydarın iyilikleri dört beş köprü kuracak kadar fazlaydı. Çok içtiği akşamlarda insanların bu kadar kötü niyetli, bu kadar küçük hesapçı kurnaz olmalarına çoğu kez ağlar, çoğu kez de sazıyla meramını anlatırdı. Haydar gibi er kişiler iyi ki bu dünyada hala vardı.