UMUT 10

O kazadan sonra prosedürleri tamamlayıp evlatlık alıp Almanya’ya getirdi Ali Ekber’i Haydar ile Hatun. Kendi evlatları gibi yetiştirdi, okuttu. Bir dediğini iki etmediler kendi anasının babasının yokluğunu aratmadılar. Bir gün öt git, beri gel demediler ve onu çok güzel yetiştirdiler. Bundan sebep Hatun ve Haydar hala onun üzerine titrer ve ellerlinden ne gelirse artlarına koymazlardı. Bakmayın siz Ali Ekber’e o da hala onları annesi babası gibi görür, sözlerinden bir gün bile çıkmazdı. 

Rakı şişesi yarıya inince Haydar kalktı yerinden gitti, içeriden sazını aldı geldi. Herkes bilirdi ki Haydar ne zaman içse sazla masada resital yapardı. Öyle üstün körü de çalmazdı ha, gerçekten bu işte ustaydı. Almanya’ya konsere gelen sanatçılar çoğu zaman methini duymuş, gelip Haydar’ın masasında oturup saz çalışını dinlemişti. Sade sanatçılar dediğime bakmayın masaya uğrayanların bir çoğu da yapımcıydı. Defalarca kaset yapmayı teklif etmişler, o ise “herkes kendi işini yapsın bunca usta varken bize sazı elimize alıp sahneye çıkmak yakışmaz” derdi. 

Hatta bir seferinde evine gelen Türkiye’de çok ünlü bir saz üstadı hem sazına hem sesine hayran kalmış, açıkça Haydar’a “Aman abi sen kaset falan çıkarma, sen kaset çıkarırsan bizi Taksim meydanında saz çalıp mendil açtıracak duruma düşürürsün” diyerek şaka yollu Haydar’la uğraşmıştı. Şaka yollu değil gerçek de olsa Haydar bunların hiç birini umursayıp bu işlere girecek adam değildi zaten. Taş yerinde ağırdır der, şöhret olursam birinin kalbini kırar, hakkına girerim diyecek kadar da alçak gönüllüydü aslında. 

Şişe dibine yanaştığında Saz hala Haydarın elindeydi. Öyle güzel türküler, öyle içten deyişler çalıyordu ki insanın içini dağlıyordu. Hatta Haydar’ın komşularından beş altısı ince hastalıktan öldüğünden herkes hastalığı Haydar’ın yürek parçalayan saz çalışına bağlıyordu. Sade içten türküleri değil neşeli türküleri de çok güzel çalardı Haydar. Hatta “Denize Dalmayınca” türküsüne başladığında masada tabak, çanağın bile oynadığına yemin edenler bile var. Abartı sanmayın ha sevdiğine bu gözle bakar insanoğlu insanlar. 

Haydar yine denize dalmayınca türküsünü çalmaya başlayınca Mestan’ın omuz başları oynamaya başladı. Coşku içerden geliyor, sanki omuz başları ondan bağımsız hareket ediyordu. Daha fazla dayanamayıp kendini ortaya bıraktı. Gözleri kapalı, kafası hafif rakıdan dumanlı öyle güzel öyle yavaş oynuyordu ki Haydar sazı ona bakarak daha başka çalıyordu. Sonra Ali Ekber çıktı ortaya Mestan’ı alkışlaya alkışlaya. Aşka gelen Haydar, nameleri, geçişleri gülerek yapıyor küçük saz oyunlarıyla ikisini de daha da mest ediyordu. Çok sürmeden evin kadınları da ortak oldu bu eğlenceye. Sanki ortada oynayanlar bizimkiler değil, bütün Kreuzberg halkıydı. Üstündeki acıyı, sıkıntıyı atmışlarda ortada hane halkıyla dönüyorlardı. Çal hadi Tunceli’nin yiğidi Haydar, okuttuğun kızlara, evladından ayırmadığın Ali Ekber’in büyüyüp işine eline aldıktan sonra yuva kurmasına…

Denize dalayım mı?

Aman bir balık alayım mı?

Ay battı güneş doğdu

Aman daha yalvarayım mı? 

Aman aman Ali’m nerdesin 

Tamam, kaldır camın perdesin

Aman benim gibi dertli misin?