PÜSKÜLLÜ ENTARİ 7

Terzi Rıfat epey uğraştan sonra Şeref ile Nebi’ye öyle güzel, öyle gösterişli püsküllü entari dikti ki entari görenlerin gözlerini kamaştıracak cinstendi. Yeşili, alı, moru renk cümbüşü entarinin üstünden akıp gidiyor, görenler böyle usta bir eseri ortaya çıkaranın ancak Terzi Rıfat olabileceğini söylüyordu. Mehmet Bey, düğün günü davul ve zurnacıyı ayrıca Şeref ve Nebi’yi alsın diyerek köyden şehre kabinli bir pikap göndermişti. Pikap ilk Şeref ve Nebi’yi alıp oradan davul ve zurnacıyı almaya gitti. Davul ve zurnacı pikap gelince arabanın içine binmek yerine pikabın arkasına binip, “Zaten hava sıcak, burada serince gidelim biz.” dediler. 

Araç düğün yerine geldiğinde hazırlıklar başlamıştı. Meydanda bir genç hortumla yerleri suluyor, arkasından bir başkası fırça ile yerleri süpürüyordu. Aşçı ve yamakları yemek pişirirken, bir kişi de ikram edilecek içkileri aşçıların bulunduğu çadırın arka tarafında olan dolaplara nizami şekilde yerleştiriyordu. Pikaptan inen Nebi ve Şeref’i yiğit başı karşıladı. Düğünlerde “Yiğit başı” olarak adlandırılan bu kişiler bellerine düğün sahibi tarafından verilen üç metrelik basmayı bağlar, ellerine de büyükçe bir değnek alıp gelen misafirleri karşılar, masaları eksik gedik bir şey var mı diye bakarak düğün sonuna kadar dolanırdı. Yiğit başı araçtan inen, elinde bond çantası olan bu iki kişiden büyük olana, yani Nebi’ye yaklaştı:

-Hoş geldiniz canlar, düğünümüze, töremize.

-Hoş bulduk yiğit başı!

-Hani davulcu zurnacı nerede? Siz almadınız mı?

-Aldık , arkadalar, serin diye arkaya bindiler. İçeri gelin dedik gelmediler.

Yiğit başı aracın arkasına dolanıp pikabın kasasına baktı ama davul ve zurna dışında bir şey göremedi. Sonra Nebi’ye seslendi:

-Kardeşim burada sadece davul ve zurna var nerede bu adamlar?

Nebi koşar adım gelip bakınca gerçekten de davul ve zurnayı gördü, davulcu ve zurnacı ise yerinde yoktu. Hiç kimse ses etmeden hemen araca doluştular. Ve köyün yoluna doğru tekrar gitmeye başladılar. Tahmin ettikleri şey oldu ise tek istedikleri davul ve zurnacının yaralanmamış olması ve sağlıklı bir şekilde bulunmasıydı. Köy yolundan aşağı araç usulca iniyor, camlardan kafasını çıkaran yiğit başı, Şeref ve Nebi hem sağa sola bağırıyor hem de dört gözle etrafı kolaçan ediyordu. On beş dakika kadar sonra köyden aşağı inen virajı döndüklerinde davul ve zurnacıyı yerde oturur halde gördüler. Şoför aracı sağa çekip yanaşınca hepsi birden panikle araçtan indiler. Şoför köye çıkarken büyük viraja hızla girmiş, arkada laflayan davul ve zurnacı bir yerlere tutunmadıklarından aracın hızından dolayı sağa sola savrulmuşlardı. Yiğit başı gelip davulcunun yanına diz çöktü:

-Gardaşım geçmiş olsun, bir şeyiniz yok inşallah!

-Vallahi benim biraz sağ el bileğim ağrıyor da, zurnacı ayağım ağrıyor diye ayağa kalkamıyor.

Yiğit başı ve diğerleri davul ve zurnacının koluna girip şoföre sen arkadaşları acilen hastaneye götür, biz kendimizi köyden araba çağırır aldırırız dedi. Davulcu arabaya bindikten hemen sonra pikabın arkasında duran davulu görünce gülümseyerek:

-Davul da savrulup kırılsaydı kahrımdan ölürdüm herhalde, şükür bilekle atlattık kazayı. Sen de kurşun yemiş gibi inleyip durma zurnacı, korkma o yara seni topal bırakmaz, dedi.