MERASİM 3

İmam merdivenlerden göründüğünde çoktan arabaya yüklenmişti merhum. Bagaj kapağı biraz açık kaldığından kapağı aracın alt şasesine çamaşır ipiyle sıkıca bağladılar. Şadi, üç beş kez Nebi’ye tembih etti. Aman abi mezarlığa çıkan yokuş biraz dik; gözünü seveyim sakın gaza basma dedi. Hoca, cübbesinin iki tarafını önünde elleriyle birleştirip yerden selamı verdi. Selamını alan araç başındakiler, hocanın karşısına yaramazlık yapmış ilkokul talebeleri gibi sırayla dizildi. Tabi hoca cenaze cemaatini göremeyince bir şeyler olduğunu sezdi.

-Şadi nerede oğlum, cemaat, baban nerede ?

Şadi mahcup, Şadi çekingen, istemeyerek de olsa cevap verdi:

-Hocam sonra anlatırım, uzun hikâye. Hadi gidip babamı defnedelim.

-Oğlum baban Hollanda lalesi mi? Gidip üç beş kişi ellerimizde çapayla dikelim. Nerede cemaat?

Şadi “şimdi başlasam, akşama anca yetiştiririm” düşüncesini atamadı bir türlü üstünden. Hem nereden başlayıp neyi anlatacaktı ki… Nebi’leri ağlamak için tuttuğunu mu, tabutun devrildiğini mi, cemaatin kaçtığını mı? O yüzden biraz da emrivaki imamın koluna girdi. Çekiştirecek gibi olunca imam fazla direnmedi. Sel suyuna teslim olmuş koca gövdeli çınarlar gibi önce yavaş, sonra ise hızlanarak mezarlık yoluna doğru gözden kayboldular. Necip ve Nebi ise arabayla onları takip etmekteydi.

-Nebi, nasıl ettin düşürdün koca tabutu? Ben farklı bir şey yapacaksın sandım ayakların dolanınca ama yanılmışım.

-Sorma Necip sorma. Geçen cenazede Bekçi Halil’in karısı rahmetlinin ayakkabılarını verdi, abla bunlar bana iki numara büyük dedim dinlemedi. Neymiş sahibi ölen ayakkabı çok sürmez üzüntüden çekermiş. Çekti, az daha beni de rahmetlinin yanına çekecekti.

– Ben de bi an farklı bir görsel deneyeceksin sandım. Baktım, baktım bi ara elin koynuna gidince tabutun üstüne zıplayacak orda kalıp Türk bayrağı çıkaracaksın sandım.

-Karadenizli üç kardeşler miyim ben, motorun üstünde ellerimi bırakıp Türk bayrağı çıkarayım. Her zamanki yaptığım gibi tabuta sarılıp orda bayılacaktım yapamadım.

-Bak biz bunun üstünde çalışalım. Yeni bir figür çıkaralım. Ne diyor şey?

-Kim ?

-Adı batasıcanın adı aklıma gelmedi. Diyor ki; kendilerini yenilemeyenler her daim kaybetmeye mahkûmdur.

-Öyle değil o söz. O sözü Bosch söylüyor; “Müşteri kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim.”

-Doğru biz de müşteri kaybetmektense para kaybedelim. O yüzden kendimizi yenileyelim.

-İstersen biraz başka konu konuşalım Necip. Rahmetli bi koltuk arkamızda son yolculuğunda adamın yanında ettiğimiz muhabbete bak. 

-Daha iyi işte gittiği yerde geyiğe hasret kalacak. Sorgu bi iki saate başlayacak, en azından güzel bi kapanış olsun.

-Şu durdukları yer galiba mezarlık, geldik az toparlan yayıldın yine sütçü beygirleri gibi.

-Diyene bak. Bacağının arasına kavurga mı koydular Nebi, evladı 48 ay sonra askerden gelen ananın kolları gibi ayırmışsın bacakları.

-Düşerken bacaklarım ayrıldı, sızım sızım sızlıyo valla Necip. 

-Geçen sene pazarcı Mahmut’un cenazede tabutu destekli tutmayıp benim tarafıma ağırlık binince benim de bacaklarım ayrıldıydı. O acıyı en iyi ben bilirim.

-Ağırlık senin tarafına bindiğinden değil, günahkâr olanın tabutu ağır olur derler. O yüzden Mahmut’un tabutu yağlı kurşun gibiydi.

-Hemi ?

-He, he sus hadi geldik. As hemen yüzünü Şadi bizi karşılamaya geliyo.