MANAV GÜLABİ

Çine’nin kasabalarından birinde yaşayan, aynı zamanda manavlık yapan Gülabi isimli bir abimiz var. Gülabi abimiz doğuştan sakat olduğundan sürekli eli kolu kafası sallanır. Bakmayın siz Gülabi abimizin sakat olduğuna, çok neşeli ve âlemcidir de Gülabi abi. 

Bir de Gülabi abimizin çok yakın arkadaşı vardır. Yanında çalışır Nurullah abi de yani manavda. Bu ikili ne zaman tezgâhı kapatsalar, ellerinde bir şişe rakı, giderler soluğu bir çeşme başında ya da ağaç gölgesinde alırlar. 

Yine bir gün Gülabi abi ile Nurullah abi rakılarını alıp bir çeşmenin başını tutuyorlar. Bir içiyorlar, bir içiyorlar görenler bunların başına bir iş gelecek, böyle içme olmaz diyor. Neyse bizimkiler içkiyi bitirip Murat 124 marka araçlarına binip eve doğru giderken kamyon bunlara yandan bir vuruyor, bizimkileri savurup atıyor. Kamyon aynadan bakıp aracın paramparça olduğunu, yerde birinin boylu boyunca yattığını görünce basıp kaçıyor.

Olacak ya o anda ordan geçen doktorun biri kazayı görünce durup bunlara yardım etmek istiyor. Yerde yatan Gülabi abimizin titreyerek sallanmasını görünce şoka girdi zannedip veriyor şamarı, veriyor şamarı ama ne şamar. Gülabi en son gücünü topluyor, doktor hanımın elinden tutup:

Bacım sabahtan beri vurup duruyorsun da ben doğuştan böyleyim. Vurmayla düzelecek hastalık değil benimki, sen beni bırak da asıl Nurullah’ı bul. Kalp pili takılı onda, pil ters geldiyse canını vermiştir garibim diyor.