KONAKLI DÜĞÜN 7

Nebi ve Şeref meydana çıktıklarında masalar neredeyse dolmak üzereydi. Bir yandan davul, zurna gelenleri karşılıyor diğer yandan piyanistin çaldığı müzik davul ve zurnanın sesine karışıyordu. Meydanın girişinde hoşgeldiniz masası kurulmuş, köyün iki yaşlısı masada gelenlerle tokalaşıp hoşgeldiniz diyerek kolonya ikram ediyor, onları geçenler masanın yanında ayakta bekleyen damada hediyelerini takdim ediyordu. Aslında Muhtarın ne kadar sevildiği de damadın üstündeki altınların fazlalığından bile kolayca anlaşılırdı. 

Nebi ve Şeref piyanistin önündeki oynama alanına doğru yürürken dört yaşlarında, gözlerinden mutluluk parlayan bir kız çocuğu Nebi’nin eteğini çekti. Nebi önce bir yere takıldığını düşünüp kafasını çevirince kız çocuğuyla göz göze geldi. 

-Anne karnım acıktı, yemek getir bana.

-Kızım ne annesi şaşırdın mı? Bırak kurban olurum sana diyerek Nebi kız çocuğunu kucağına alarak sevgiyle öpmeye başladı. Şeref kızın söylediklerini duyunca oynama alanına yürürken dayısına takıldı.

-Bi anaç tarafın var ama dayı. Çocuklar ve hayvanların sezgileri güçlüdür, yanılmazlar.

-Tabi o köpekler anaları kocaya kaçtığı için beni anneleri zannedip sinirden parçalayacaklardı beni.

-Köpekler bizi bulundukları ortamda yabancı gördüğünden ortamlarına yaklaşan tehlike olarak sezip saldırdılar .

-Ulan ortamlarına tehlike olarak sezdikleri adamların haline bak. Allı morlu etek giymiş yoldan yürüyorlar.

– O da bir tehlike dayı onlar için. O zamana kadar böyle iki tip görmemişler, görünce de ne olduğunu şaşırıp bakmakla yükümlü oldukları koyunları korumak için taarruza geçtiler.

-Ulan Fransız ihtilalında devrim yanlıları monarşik otoriteyi temsil eden Bastille hapishanesine böyle ateşli saldırmadılar. 

-Fransız ihtilalını mı okuyorsun bu ara dayı? Küçük pasajlar veriyorsunç

-Yok, bu ara Irwın Yalom’un Nietzsche Ağladığında kitabını okuyorum. 

-Şu yalan dünyada biz gülemedik de Nietzsche’de mi ağlamış dayı?

-Hiç yüzü gülmemiş garibin. Baş ağrıları, geçirdiği ataklar, aşk acısı…

-Tanrı öldü dersen, altı günde yarattığı dünyada senin yüzünü tanrı bir ömür elbet güldürmez dayı.

-Ben olayın felsefi yönüne bakıyorum beyefendinin görüşleri kendisini bağlar, beni bağlamaz!

-Elbet seni bağlamaz da dayı kendi düşende ağlamaz.

Sohbetleri bittiğinde Artova’lı Necati’nin org çaldığı sahnenin önüne gelmişlerdi Nebi ile Şeref. Meydanı saran derin anason kokusu ve atılan şuh kahkahalar tüketilen alkol miktarının göstergesiydi. Gerçi aşçının hakkını yemeyelim, pişen dönerin kokusu da meydanda iştah açıcı kokuyla dolanıyor, dışarıdan görenlerin baktığı açık hava düğün meydanı küçük bir meyhaneyi andırıyordu.

Bu sayede Anadolu’nun en eski geleneklerinden biri olan yemeli içmeli düğün eğlencesi, şimdi bu küçük ve şirin kasabada eski usule uygun, gerçi tamamı aynı adet ve örfle olmasa da köy halkı tarafından gülerek ve eğlenerek tertip ediliyordu.