KONAKLI DÜĞÜN 6

Güneş kendini dağların ardına doğru çekiyor, yerini akşama bırakıyordu. Nebi’nin zeytinden yaptığı doğal melhem etkisini gösteriyor, Şeref’in dizlerinden başlayan sıcaklık ayak parmaklarına doğru iniyordu. Muhtarın, köy halkının onca ısrarına rağmen Şeref’i hastaneye götürmeyen Nebi, yaptığı melhemin Şeref’i iyileştireceğine emin, bir köşede bekliyordu.

Bir süre önce dışarı çıkan Muhtar geri gelmiş, kafasını kapıdan uzatıp konukların gelmeye başladığını, bir saate hazır olmalarını söylemişti. Nebi ise muhtar dışarı çıkmadan kendilerine yemek yollamasını istemişti. Muhtar çıktıktan bir iki dakika sonra üç dört çeşit yemek tepsilerle gelmiş, masanın üstüne bırakılmıştı.

Tereyağıyla odun ateşinde pişen pilav mis gibi kokarak tütüyor, üstünde ise kalem gibi kesilen döner güzellik uykusuna yatmış prensesler gibi duruyordu. Ara sıra mercimek çorbasının üstüne yakılan nanenin kokusu pilav ve dönerin kokusunu bastırsa da günün ikilisinin görsel güzellikleri çorbanın önüne geçiyordu. Yemeğin geldiğini gören Nebi, Şeref’i koluna girip kaldırarak masaya geçirdi. 

-Nasıl oldu dizlerin. Çok ağrı, sızı var mı?

-Kuyruğundan kurşun yemiş tavşan gibiyim dayı. Yürümeme baksana ayran yayığı gibi sallıyorum adım attıkça.

-Biz ne badireler atlatmış insanlarız. Çıkar aslan gibi oynarız de mi yeğenim?

-Sen canını sıkma dayı. Bacaklarım kopsa bile çıkar bel kıra bel kıra oynarız.

-Döneri ye de az gözünün önü ışısın.

-Valla dayı Allah anamdan babamdan ayırsın etten ayırmasın. Anamdan babamdan çok seviyorum şu eti.

-Gülfidan duymasın.

-Onun yanında da söylüyorum dayı. Ana ben eti senden, babamdan çok seviyorum kızmıyorsun de mi diyorum.

-Ne diyo ablam?

-Ne desin? Öldükten sonra mevlidimiz de et yaptır bari gelen giden çatlayana kadar et yesin diyo.

-Allahtan düğüne derneğe geliyoruz da sürekli et yiyoruz. Düğün dernek olmasa yokluktan ablamı, eniştemi kesip yerdin sen.

-Vallaha yerdim dayı. Öyle seviyom.

-Sus ulan zındık! Bir şeyi kırk kez söylersen olur derler. Allah göstermesin düğün derneksiz kalırız, et yiyemezsin şu fani dünyada bir de ablamın acısını yaşatıp elimi koynumda bırakma.

-Mecazi konuşuyorum dayı mecazi. Hadi bırak benimle âşık atmayı da kaşıkla pilavını, çıkalım usuldan.

-Ben turuncuya kırmızı desenli eteği giyecem bu akşam. Sen sarıya yeşili giyersin diye etek uçlarını katladım. Yeleğin de kirden katran gibi olmuş, yıkatmayacağım diye yemin ettiysen yeminini boz da yıkat bir ara.

Yemeklerini yedikten sonra birer de sigara tellendirdi bizimkiler. Şeref’in yemekten sonra dizlerinin acısı biraz daha dinmiş, keklik gibi sekmeye hazır hale gelmişti. İş kıyafetlerini sırayla odanın yanındaki banyoda giyip günlük kıyafetlerini bond çantalarına koydular. Çantada bulunan bezi hafif çeşmenin altında nemlendirip pirinç döküm zilleri parlattılar. Topuklu ayakkabılara da bezi üstün körü gezdirdikten sonra birbirlerinin üstlerini düzeltip kapıya çıktılar. Sahne sizin beyler demese de piyanist, onlar çoktan oynamaya hazırdılar.